BİZE NE OLDU BÖYLE

Dünya değişiyor ve yalnız değişmekle kalmıyor, değişim ivmesi de gittikçe hızlanıyor, ivme de yükseliyor. Öyleyse değişimi anlamakta güçlük çekiyoruz ve gecikiyoruz ve bizleri bekleyen tehlikede bence de bu gecikme. Zamana uygun tedbirleri almada gecikiyoruz. Geçmişe bakıyorum hep geciktik veya geciktirildik. Değişime ayak uyduralım diyorum artık değişimi anlamak için önce önyargılarımızı sorgulayalım, aklımızın ambargolarının zincirlerini kıralım, dünün gerçekleri dünde kaldı diyelim ve bugünün gerçeklerini anlamaya çalışalım diyorum ancak ülkemizin içinde bulunduğu durum beni oldukça üzüyor, nasıl mı?  Diyeceksiniz: şöyle ki bizler bazı konuları yanlış anladık galiba, okula veya bir kuruma gidiyorsun kimin yönetici, öğretmen, kimin hizmetli veya veli olduğu belli değil, kılık kıyafet uygulamasını serbest bırakınca ortalık garip hal aldı. Sanayi toplumu olacağız denildi, tüm tarım alanlarını bıraktık tarımda üretim azaldı dışa bağımlı hale geldik, devlet ekilmeyen toraklara bile para ödemeye başladı, hayvancılık bırakıldı et ve süt ürünlerinde dışa bağımlı hale geldik, köylerde yaşayanların bir inek ve tavukları vardı köylünün bir kısmı onunla geçimini sağlıyordu oda geriledi artık köylü şehirden köye giderken yoğurt ve yumurtasını götürür hale geldi, köylerde üretim her alanda durdu, köyleri gençler terk edip şehirlere gittiler ve şehirlerde fabrikalarda asgari ücretle çalışmaya başladılar.  Köylerde ihtiyarlar kaldı, köyde kalan gençlere artık kız bile vermiyorlar. Gençler şehirlere gidince köy okulları kapandı âdeta köyler insansızlaştırıldı., Örf adet ve geleneklerimizden koparıldık, dışarda toplu taşma araçlarında büyüklere, engellilere hülasa kimsenin kimseye hürmeti kalmadı. Son günlerde ekonomik durum nedeniyle babanın oğula, oğulun babaya, komşunun komşuya karşı saygısı kalmadığı gibi herkesin gözünü para hırsı bürüdü. Birliraya aldığı bir ürüne onlira istemeye başladı, bu durumu büyük marketler yolu ile tetiklediler. Ülkemiz aydınlarının bugün sorgulamaya başladığı “sistem”, toplumumuzda her geçen gün derin yaralar açmaktadır. Cumhuriyetin kurulması ile ümit bağlanan 60`lı, 70`li yılların gençliğinden sonra 80`li yılların gençliği de de adeta bir çıkmazın pençesinde kıvranıyor. Gün geçtikçe artan kimlik bunalımı ile birlikte sosyal ve ekonomik açmazlar, 90`lı ve 2000’inli yılların genç neslinin de geleceğini adeta ipotek altına alıyor…..Ülke ekonomisinin nasıl tükendiğini, sosyal hayatın üzerine ürkütücü, çatlak bir gecenin nasıl örtüldüğünü, kültürel körlüğün nasıl dayatıldığını, korkuyu, tedirginliği, sosyal çöküntüyü ve daha birçok olumsuzluğun bu ülkede nasıl yaşandığını, bu günlerde çok daha iyi anlıyoruz. Şehirlisi, köylüsü, esnafı, tüccarı, yoksulu zengini, cahili, entellektüeli şimdi daha iyi görebiliyor. Politikacılarımızın daha dikkatli davranarak geçmişi ayrıntılar içerisinde kurcalamanın hele de yaralıların yaralarına dokunup, acılarını hissettirip, yeniden kanatmaya neden olmanın hiçbir yararı yok. Öyle bir hassas süreç ki, kullanılacak sözcükleri dahi seçilmeli. bu topraklarda seçimsiz doğmuşuz, bir başka toprakta doğma, seçim ve özgürlüğümüz olamadan, yani sadece kendi köyümüzde, kendi akrabalarımız, komşularımız herkes birbirini çok yakınındakini iyi bilir ve severdi, hem hepimiz farklı, hem de komşu, iç içe olacak kadar aynı. Demek istediğim şu, Anadolu, Türkiye, Misak-ı Milli sınırları hepimizin. Anamızdan bu topraklarda hak sahibi olarak doğmuşuz. Elimizde olmadan da annelerimizin aynı duygulu ninnileriyle büyümüşüz. Ne zaman o tınıyı duysak, anamızın sıcaklığını hem de, çocuk sıcaklığıyla hissederiz. bu karakter olmuş; belki de hiç çıkmayacak bir karakter, yani her vatandaş, ülkenin aslî unsurudur ve çağımıza yakışanı da budur. İşe alınmalarda benim adamım, yok benim partimden veya benim sendikamdan gibi unsurları göz önünde bulunduruyoruz ancak liyakat ve birbirimizin farklılığını göz önüne almıyoruz, yazık oluyor bu ülkeye ve bu millete.  Bugünlere, toplum olarak çok rahat ve mutlu geldiğimiz söylenemez, çok söylendik, tartıştık, dövüştük, hem de yoruluncaya kadar. Şimdi, pişman olduğumuz halimizden belli. Mutlu günlerimiz sayılı ve onları da çaldık. Yarınımızı mutlu yaşamak zorundayız. Tecrübe ve bilginin ışığı altında geleceğimizi aydınlatabilecek ışığı bulmamız dileği ile.

Hüsamettin AKSUNGUR

 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version