
TOPLUMSAL DEĞERLERİMİZ
Toplumsal değerlerimiz bir bir yaşamımızdan kayıp gidiyor. Millet olmamızı sağlayan örflerimiz, adetlerimiz, geleneklerimiz, göreneklerimiz özetle; insanlık vasıflarımız ne yazık ki vurdumduymazlığın kurbanı ediliyor. İnanç sistemimizin ve töremizin bize aktardığı değerlerin içinin boşaltılması ve hafifletilmesi toplumsal çürümenin somut örnekleri olarak karşımıza çıkıyor. “Bana bir harf öğretenin kölesi olurum” diyen kültürün çocukları artık kendilerine harf öğreten öğretmenlerini dövmekte, alay etmekte ve saygısızca davranmaktalar. “Eti senin, kemiği benim” özverisiyle öğretmenlere olan güveni ve teslimiyeti ifade eden bu mesaja rağmen günümüzde artık veliler öğretmenlerin korkulu rüyası haline gelmiş bulunmaktadır. Öğretmen, artık öğrenci ve velisinden korkar hale gelmiş, kazasız belasız evine gitmenin hesabını yapar olmuştur. Geçen gün, Ankara’da ki bir lisede öğrencilerin yaşlı bir öğretmene yaptıkları edepsizliği görünce işlerin nasıl şirazesinden çıktığına şahit olduk. Haber kanallarında konuyla ilgili görüntülere bakınca şımartılmış, ahlak ve edepten noksan öğrencilerle, şiddet ve öfkeyle beslenmiş velilerin baskısı altında işini yapan eli öpülesi öğretmenlerin içinde bulunduğu durumu bir kez daha gördük. Öğrencilere tanınan aşırı serbestlik, disiplinin askıya alınması, sivil itaatsizlik adı altında sergilenen pespayelik, kaba kuvveti tek çıkar yol gören, arkasını siyasete ve parasal güce dayandıran veliler ile eğitim ve öğretim sözde yürütülmeye çalışılıyor. Sokakta insanlar sudan sebeplerle öldürülüyor, hastane koridorlarında doktorlar ve sağlık çalışanları dayak yiyor, öğretmen öğrencisinden şiddet görüyor. Kişi başına düşen milli gelirimiz artabilir, yollarımız, binalarımız mükemmel olabilir, hayat standardımız eskiye oranla daha iyiye gidebilir ama değerlerimiz yozlaştırılıp, hafife alınırsa bu işin telafisi asla olmaz. “Edep Ya Hu” öğretisinin evlerin girişine asıldığı, öğretmenin baş tacı edildiği, büyüklere saygının töreden sayıldığı bir kültürün çocuklarının geldiği nokta ülkenin esas beka meselesidir. Ülkeler topla, tüfekle yıkılsa bile yeniden ayağa kalkabilir ama kültürel çöküntünün yaptığı tahribatın inşası olmaz. Şimdinin kuşağı otuz yıl öncesinin kuşağı değil elbette. “Cep telefonu”, “sosyal medya”, “internet”, “yapay zekâ” Dünün güneşi ile bugünün çamaşırını kurutamayız. Güne dair çözümler bulmak zorundayız. Doğan Ceylan meslektaşımın “Duygusuz nesil geliyor ” başlıklı yazısını okumayanlar okusun derim. Yirmi yılda on bakan. Sil baştan, her birinde ayrı program, biri diğerine uymayan. Bayrak şairimiz Arif Nihat’ın elli yıl önce dediğinden farklı değiliz bugün “Senelerden beridir öksüz ve yetim. Bir bakanlık biliriz Milli eğitim” . Hakkını vererek göreve gelmiş, onu hakkıyla yürüten öğretmenlerimizi yöneticilerimizi tenzih ederim. Disiplin, eğitimin iskeletidir. Olmazsa olmazıdır. Ama ne zaman ki “disiplin” kelimesi baskı, ceza, otorite sapkınlığı gibi anlaşılmaya başlandı, işte o zaman sınıflar çözüldü. Bugün birçok okulda öğrencinin sınıfa geç girmesi, derste konuşması, öğretmeni yok sayması neredeyse olağan hâle geldi. Veliler, “Çocuğum okulda mutlu olsun da gerisi önemli değil” diyor. Yöneticiler, “Olay çıkmasın, veli aramasın” diye ses çıkarmıyor. Öğretmenler, “Bir şey desem yalnız kalırım” diye susuyor. Belki de eğitim hayatı boyunca edindiğim en büyük tecrübe şuydu: “Öğretmenlik, sadece ders anlatmak değildir; insan yetiştirmek için kendini durmaksızın yenileme cesaretidir. ”Zaman değişti, nesiller değişti, imkânlar değişti… Ama değişmeyen tek bir şey vardı: Bir çocuğun gözündeki umut. Eğitim; sadece bilgi değil, sınır öğretmektir. Sınır olmadan özgürlük, değersizleşir. Kuralsız sevgi, çocuğu büyütmez. Aksine hayatla karşılaştığında yıkar. Bugün sınıflarda huzur arıyorsak, önce disiplini yeniden anlamlandırmalıyız. Disiplin korku değil; güven duygusudur. Öğrencinin öğretmene saygı duyduğu, kendine çeki düzen verdiği o sağlıklı ortam yeniden inşa edilmelidir. Öğretmen, yönetici, müfettiş olarak her kademesinde görev aldım, bir öğretmenin sınıfta öğrenci karşısındaki çaresizliğini görünce içim burkuldu “Ne hale geldik” dedim. İşte bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum düsturundan, toplumsal değerlerimizden, harf öğreteni ve yol göstereni değersizleştiren bir değerimizin daha kayıp olduğu bir görüntü. Acilen bu durma bir çare aramamız lazımdır. Saygılarımla.