öğretmen ve Kişisel gelişim
Kişisel gelişim dediğimizde yüzlerce alt başlığı olan bir alandan bahsediyoruz. Etkili iletişim, başarı ve motivasyon, zaman yönetimi, stres ve duygu yönetimi, hafıza teknikleri, hızlı okuma, diksiyon, hitabet, güzel konuşma, imaj yönetimi… Lakin makyajlı sözcükleri ve konu başlıklarını bir tarafa bırakırsak en anlaşılır biçimiyle kişisel gelişim nedir?. Kişisel gelişim, bireysel olarak kendini geliştirmektir. Alanında donanım sahibi olmaktır. Çaplı olmaktır. Mesele sadece lisans veya master diplomasına sahip olmak demek değildir. Nitelikli insan olmaktır. Kişinin kalitesini artıran ne varsa bu değerlere sahip olmaktır. Güzel konuşmaktır. Güzel giyinmektir. Özü sözü bir olmak demektir. Verdiği söze sadık olmak, emanete ihanet etmemek ve yalan konuşmamaktır. Zamanı etkin kullanmak, insanlara değer vermek, saygı gösterip saygı görmektir. İnsanların elinden, dilinden, belinden emin olduğu kişi olabilmektir. Güzel ahlak sahibi olmaktır. Toplu taşım aracında seyahat ederken elinden kitabını düşürmemek ve aynı zamanda engelli ya da yaşlı birini gördüğünde oturduğu yerden kalkıp koltuğunu ona verebilmektir. Büyüklenmeden öz güven sahibi olabilmektir. Makamdan güç almak yerine makamına güç katabilmektir. Her şeyi ben bilirim demek yerine dinlemesini de öğrenmektir. Bütün bu özellik ve donanımların bir kısmı aileden, bir kısmı okuldan ve bir kısmı da içinde yaşadığımız toplumdan kazanılır. Seminerler, konferanslar ve kursları unutmamak gerekir elbette. Kişisel gelişime sektörel ve içerik olarak kısaca baktıktan sonra asıl konumuza dönersek, eğitimcilerimiz kişisel gelişinin neresinde acaba? İçerik olarak hiç birimizin itiraz etmeyeceği konulara öğretmenlerimiz ne kadar hâkim ve bu donanımların ne kadarına sahip?. Öğretmenliği meslek olarak seven ve ömrünü öğretmen olarak yaşamak isteyen bireylerin, öğretmenlik bölümlerini tercih ediyor olabilmesini çok önemsiyorum. Garanti meslek kavramının, en büyük tercih sebebi olmasından ziyade öğretmenliği ve öğrenciyi seven gençlerin öğretmenlik bölümlerini tercih etmesi, birinci adım doğru hamle olacaktır. İğneyi kendimize batırmak gerekirse, eğitim fakültesini bitirdikten sonra hiç kitap okumayan meslektaşlarımın var olduğunu bilmek, insanı gerçekten incitiyor. Öğretmenlik için lisans diploması şarttır, bu doğru. Ama öğretmenlik, bir ömür boyu öğrenci olmaya talip olmaktır. Öğrenmenin bittiği yerde öğretmenlik devam etmez. Meslektaşlarım beni bağışlasınlar, papağanlık başlar. Yirmi sene, otuz sene önce öğrendiklerimizi tekrar tekrar aktarırız. Üstüne bir şey koymadan tekrar ederiz. “Benim oğlum bina okur, döner döner bir daha okur” örneğinde olduğu gibi kendimizi tekrar ederiz. Öğretmenlik mesleğini fiili olarak icra eden bir milyonluk devasa bir eğitim ordusundan bahsederken genelleme yapmak, herkesi aynı kefeye koymak elbette doğru olmaz. Çok kaliteli donanımlara sahip olan, bilgisiyle, edebiyle, görüntüsüyle göz dolduran çok değerli meslektaşlarımızın var olduğunu bilmek gurur veriyor. Okuyan, araştıran, öğrenen ve öğrendiklerini paylaşan öğretmenlerimizin saygı ile ellerinden öpüyoruz. Yüksek öğrenimi dahil ettiğimizde yirmi beş milyon öğrenci sayısından söz ediyoruz. Bu sayı, 143 ülkenin nüfusunu geride bırakan bir rakamdır. Dinamik bir gelecek demektir. Devasa bir potansiyel demektir. Muhteşem bir güç demektir. Ne var ki, bu güç doğru eğitilmediği zaman kaygılı bir geleceğe dönüşebilir. İşte bu vebal, öğretmen camiamızı tutuşturmalı, uykularımızı kaçırmalıdır. “Bu ülkenin ziyan edeceği, bir tek ferdi yoktur” sözü kulağa ne kadar hoş geliyor. Ama bu sözün içini doldurmak gerekmez mi? Yavrularımızı aydınlık yarınlar için hem akademik olarak hem de eğitim olarak yetiştirmek görevimiz değil mi?. Memlekette zeki insan problemi yok. Üstün zekâlı, yüksek eğitimli, değerlerinden kopmuş, fırsatçı, bencil, ahlâk yoksunu insan çokluğu problemi var. Bunda öğretmenler olarak ciddi payımız olduğunu düşünüyorum. Öğrencilerimizi sınavlarda üstün derece yapan ve sonunda doktor, mühendis, avukat olarak toplumda prestij sahibi insanlar olarak yetiştirmemizin eleştirilecek bir yanı yok. Ama sadece akademik boyutuna eğildiğimizde, kuşun diğer kanadını koparmış oluruz. Öğrenciyken öğretmenlerimiz bize bir şey söylediklerinde, bir bilgi paylaştıklarında o bilgi bizim için kesindi. Gerçekliği su götürmezdi. Çünkü araştırıp, farklılığını iddia etme imkânımız yoktu. Oysa şimdi bilgiye ulaşmak, parmağımızın bir tuşa dokunması kadar yakın ve kolay. Dolayısı ile eski öğrencilik olmadığı gibi eski öğretmenlik de mümkün değil. Öğretmenlerimizin, teknolojinin bağımlısı olmadan teknolojik gelişmelere vakıf olmaları gerekmektedir. Öğretmenlerimizden çok şey mi istiyoruz? Aslında bir tek şey içinde çok şey istiyoruz evet. İnsan olmak, insan kalabilmek ve insan yetiştirebilmek. İnsan olmayan, insan yetiştirebilir mi hiç? Öğrencilerimizin sadece zihinlerine bir şeyler yerleştirme çabasını beyhude bir uğraş olarak niteliyorum. Çünkü yüreğine dokunamadığımız bir insanın, zihnine bir şey yerleştiremezsiniz. Öğrencilerimizin elinden tutup sadece yüksek kariyerlere taşımak yerine; yüreğinden yakalayıp kaliteli insan yetiştirebilme çabası içinde olmalıyız. İşte bütün bunları yapmaya çalışırken önce öğretmen olarak bizim nitelikli insan olabilmemiz lazım. Yüksek ahlaki değerleri içselleştirmiş bireylerden oluşan eğitim ordusu, gelecek için güven verir. Kişisel olarak gelişmeden, toplumun geleceği olan gençlerimizi, yavrularımızı geliştirmemiz çok zor. Evimize konuklarımız gelmiş. Elimize bardakları almışız, bir şeyler ikram etmek istiyoruz. Ama ilk yapmamız gereken şey o bardaklara ikram edilecek bir şeyler doldurmak olmalıdır. Yani bardağı doldurmadan, ne ikram edeceğiz. Boş bardakla ikram olur mu?. Öğretmenlerimizin kişisel gelişim sürecinde, hizmet içi eğitimler yabana atılamaz. Lakin sırf sertifikasyon amaçlı eğitimlerin, kaynak israfından öteye geçmediğini üzülerek gözlemliyoruz. Bu alanda ciddi düzenlemelere ihtiyaç olduğunu görüyor ve umudumuzu kaybetmediğimizi ifade ediyoruz.